DARWİNCİLİĞİN KABULÜNÜN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL: DARWİN YASALARI
“Uzak bir gelecekte çok daha önemli araştırmalar için açık bir alan görüyorum. Psikoloji yeni bir temel üstüne oturacak.” Charles Darwin, Türlerin Kökeni
Tübitak’ın Darwin’e saygısızlığı evrim tartışmalarını alevlendirdi. Bilim çevreleri, aydınlar, inançları gerçeklerin karşısına dikmekte ısrarlı gözüken karanlık kafalara iyi bir tepki gösterdiler. Ama bu yazıya vesile olan son kavga değil. Yirmi yıldır sürdürdüğüm savunuyu başka birçok vesileyle tekrar öne çıkarmamla üst üste geldi olay. İnsan hayvandan farklılaşmış, pek çok bakımdan ondan “üstün” nitelikler kazanmış bir yaratık, ama hala ilkel. Bilişsel bakımdan çok gelişmemiş bir canlı. Yine kendi yarattığı “üst değerleri” ve bilimle bulduğu gerçekleri kabullenememesinin ardında bu yatıyor.
Her çevre evrimi sembolleştiren resimlerde farklı şey görüyor. Bazıları en başta arzı endam eden maymuna sinir oluyor, onun atalarımızla bağlantısı olabileceği fikrini hakaret kabul ediyor. Bazıları en sağdaki figüre, yani modern insana hayranlık besliyor, böyle bir gelişmiş canlının nasıl olup da pek çok temel soruna çözüm bulamadığını, evrim denilen somut gerçeği bile neden kabullenemediğini dert ediyor. Bana göre sorun orada zaten. Her iki taraf da insan merkezci. Bir taraf bu mükemmel yaratığın, tüm evrenin kendisi için yaratıldığı o Tanrı gözdesinin Darwinistlerce aşağılanmasına katlanamıyor; öbür tarafsa yaratığın tüm temel problemlerini çözebilecek nitelikte bulunduğuna “inanıyor”, hayal kırıklığı yaşıyor.
Bilimsel felsefe ve bilim tüm olgulara önyargılardan uzak nesnel bakmalı ve bunu kısmen başarıyor. Fakat bence insana ilişkin bilgimizin gelişmesi ve bunların kabul edilmesi önünde en az din kadar büyük engel söz konusu insan merkezci birörnek sosyal bilimci kafalardır. En az diyorum, çünkü bu yaygın anlayışın bilinç sakatlayıcı etkisi ötekinden yüksektir. Laisizmi içselleştirmiş bir bilim insanı dinsel inancıyla çalışmasını birbirinden ayrı tutabilir ve tutmaktadır. Fakat birörnekçi sosyal bilim dogmalarıyla zehirlenmiş bir bilim insanının ne düzgün bir araştırma yapması, ne de onu nesnel olarak yorumlayıp yayımlaması olasıdır.
Sosyobiyolojiye, evrimsel psikolojiye, davranış genetikçiliğine karşı getirilen ırkçılık, faşistlik suçlamaları aslında insanı anlamayı hiç umursamayan, aynı nedenle onu değiştirmeyi de gerçekte pek dert edinmeyen söz konusu çevrelerden gelmektedir dünya çapında ve tüm bu tutucu tepkiler de tamamen insanın gelişmemiş doğasının bir yansımasıdır.
Darwinizmi ve genetikçiliği kendi ırkçı ve sınıf ayrımcısı görüşleri için kullanmaya çalışan bazı bilim insanları da çıkmadı değil. Ama onların çalışmaları bile bilime katkı sağladı. Çünkü hiçbiri milletler, sosyal sınıflar veya ırklar arasında kültürle, eğitimle açıklanamayacak doğal farklılıklar bulamadı ve bazıları bunları yayımlamak zorunda kaldı. Sosyobiyolojininse doğuşundan itibaren böyle bir niyeti bulunmadı. Ancak her yeni fikri karmaşık ve öğrenilmesi güç gören, onun üstüne bir düşünsel emek vermeyi göze alamayan bireylerin evrensel taktiğidir yaftalayıp bir kenara atmak.
İLKEL BİR TEPKİ
Geçtiğimiz haftalarda Londra’daki G20 zirvesine karşı protesto gösterilerini örgütleyen ve “Bankacılar Londra sokaklarında direklerde sallandırılabilir” diye bir demeç verdiği için dünya medyasına konu olan Chris Knight dostumuz bakın ne diyor konu hakkında:
“Sosyobiyoloji her bireyin bencil olduğunda ısrar etmez. Moleküler düzeydeki bencillikle kanlı canlı insanların davranışlarındaki genetik talimatlı bencillik düzlemlerini birbirine karıştırmak dangalakça bir yanlış anlamadır. Her şeye rağmen sosyobiyoloji tıpkı devrimci marksizm gibi mücadele ve çelişkilerle ilgilenir (…) Marksizm, sosyobiyoloji olmadan paleoantropoloji ve insanın kökeni konusundaki çalışmalarda on yıllardır olduğu gibi işlemez halde kalabilirdi.”
Knight’ın dangalaklık dediği sığlığın bilim camiasındaki önderleri Richard Lewontin, Stephen J. Gould, Steven Rose gibi isimlerdir. Bunlardan Richard Lewontin’in genetiğe karşı çevre etkenini öne çıkaran sözde şaheseri “Üçlü Sarmal” adını alır. Espri de şudur: DNA ikili sarmaldır ya, çevre etkeninin önemi burada unutulmuştur, o yüzden konuyu üçlü sarmal olarak ele almak uygundur. Bu aynen şöyle bir anlama gelir: Biri dedi ki, rakıyla beyaz peynir iyi gider. İyi bilinen bir gerçektir. Lewontin mantığıyla hareket edersek buna itiraz edebiliriz. Hayır, deriz, bu eksik, dolayısıyla yanlıştır. Rakı, beyaz peynir ve bir de bardak gerekir. Kardeşim, öbürü zaten bardağı hiç reddetmedi ki. Bardak olgunun varlığı söylenmeden ötekiyle birlikte anlaşılacak bir parçası.
Drosophila gibi bir sineği, Achillea gibi bir bitkiyi hayatlarının en büyük aşkı gibi irdeleyerek çevresel etkenlerin genetiği nasıl değiştirdiğini kanıtlamaya çalışır bu taife. Yaşamdaki amaçları şu hain ırkçı genetikçilere karşı genetik materyalin önemsizliğini ve çabuk değişebilirliğini kanıtlamaktır adeta. Sihirli sözcükleri genetik indirgemeciliktir. Bir kez “indirgemeci” sözcüğünü kullanmışlarsa rakiplerinin işi bitmiştir. Biyolojik indirgemeci, psikolojik indirgemeci… Tak.. ip çekilir, ideolojik hasım boşlukta debelenir. “Saman adam” yaratmaya bayılırlar. Bilimsel rakiplerinin savunmadığı tezleri onlara savundururlar, savundukları tezleri karikatürleştirip sarakaya alırlar. O doğrultuda post-modernist bilinemezciliğe kadar sürüklenmeyi dert etmezler: “Organizma ne genleri, ne çevresi hatta ne de onlar arasındaki etkileşimlerle belirlenir, ama rasgele süreçlerin önemli bir işaretini taşır.” (Lewontin) “Gelişimsel gürültü” diye bir kavrama sığınarak adeta evrimi çevre koşullarının, doğal seçilimin de ötesinde rastlantısallıklara bağlamaya meyil ederler.
Gelişmiş veya ilkel canlı yoktur, insan evrim sürecinin en üst basamağında değildir, der Rose. Böylece bir yandan insan merkezci bakış açısını tam tersi bir post modern hovardalıkla gizlemeye çalışırken, öte yandan sinir sistemi ve bilinçli organizmanın neden ilkelden karmaşığa geliştiğini es geçmiş olur.
Düğüm bana göre insan doğası denen bir olguyu kabullenip kabullenememe de sıkışır. Evrimci psikolojiye göre, öncelikle her türün (insan dahil) açıklanabilir ve betimlenebilir bir doğası bulunur. Standart sosyal bilimci bakış, insanın kendi türüne özgün belli nitelikleri bulunduğunu, bunların kolay değişebilir nitelikler olduğunu reddeder. Söz konusu anlayışa göre insan beyaz bir sayfa olarak doğar, neredeyse tüm bireyler tek örnektir ve içinde bulunduğu çevre koşulları, kültür veya ekonomik sistemce belirlenirler.
ZİHNİMİZİ SIKIŞTIRMAK
Oysa insan, primatları sayarsak üç buçuk milyon yıllık, tarihini modern insanla sınırlarsak en az 150 bin yıllık bir geçmişin, evrimsel sürecin sonucudur. İnsanın bireysel veya toplumsal tepkileri son on bin yıllık “uygar” topluma, sınıflı topluma ya da son 250 yıllık kapitalist sisteme sıkıştırılarak incelenemez.
Darwin ta o zamandan, deneyimlerden oldukça bağımsız olan çocukluk çağı korkularının vahşi dönemlerden kalma bazı gerçek tehlikelerin kalıtımsal etkileri olduğundan şüphelenmeyebiliriz, diye bizleri uyarmıştı. Evrimleşmiş psikolojik düzenekler evrim tarihindeki belli bir yaşamsal veya üremeyle ilgili soruna çözüm oluşturdukları için ortaya çıkmışlardır ve genellikle o soruna özgü düzeneklerdir. İnsan aklı, evet, elinin ve emeğinin ürünüdür, avcılık ve toplayıcılık çalışmaları, yaşamda kalma ve üremeye devam etme faaliyetleri sırasında gelişmiştir. Alet kullanmakla gelişme hızı artmıştır, çünkü alet kullanan insanın yaşamda kalma şansı artmıştır. Zekamız, mantığımız, algımız, yorum kapasitemiz milyonlarca yıllık yaşamda kalma mücadelesi içinde belli özel sorunları çözmek için ve onları çözecek kadar gelişmiştir ve hala o çok uzun sürecin izlerini taşımaktadır.
Bebekler yabancı erkeklerden yabancı kadınlardan korktuklarından çok daha fazla korkarlar. Çünkü milyonlarca yıl bebekleri yabancı erkekler öldürmüştür. Yakınlaşmakta olanın sesini uzaklaşmakta olanınkinden çok daha iyi duyarız. Çünkü yakınlaşmakta olan ses bizi öldürmeye gelenin sesi olabilir. Kocalarından dayak yiyen kadınlar, “Çocuklarım için katlanıyorum” dedikleri zaman genelde sinirleniriz. Kadının ekonomik bağımlılığına veya güçsüzlüğüne bağlarız olguyu, bunlar elbet vardır. Ama gelişmiş gelişmemiş tüm toplumlarda kadınlar çocuklarına erkeklerden daha fazla ilgi gösterirler genelde, bunun nedeni de kültürlerin çok ötesinde kadınların bu işi yüz binlerce yıldır yapmakta oluşudur, organizmanın ona göre şekillenişidir.
Evrimsel psikologlar kültür mü genetik mi, öğrenme mi içten gelen tepkiler mi, doğa mı çevre mi gibi karşıtlıkları reddederler. Onlara göre bu karşıtlardan herhangi biri olmadan zaten diğeri de olamaz. (Bu konuda standart sosyal bilimci sığ görüşlülüğe karşı demiri tersine bükmek için ben hala genetiğin, doğanın, içten gelenin öneminin daha büyük olduğunu savunmaya devam ediyorum. Özellikle çevreden sadece içinde yaşadığımız bugünkü sistem ve kültür anlaşıldığında, onun tarihsel arka planı unutulduğunda, insan psikolojisinin biyolojik çevresiyse hiç hesaba katılmadığında, evrimsel psikologların aksine ben hala sekterim.)
Biz devam edelim. William James, hayvanlara yön verenin içgüdüler olduğu, ama insanın içgüdülerin zincirinden kurtularak aklı öne çıkardığı ve o sayede hayvanın üstüne geçtiği savına karşı daha o zaman tam tersini savunmuştu: Bizi hayvandan ayıran şey içgüdülerimizi kaybetmemiz değildi, aksine çok daha fazla sayıda içgüdüyle donanmamızdı. (1890, Psikolojinin İlkeleri)
EVRİMLEŞMİŞ PSİKOLOJİK DÜZENEKLER
Evrimsel psikoloji kültüre, öğrenmeye tam da böyle bakar. Kültür evrimleşmiş psikolojik düzeneklerin toplamıdır. Niye dışkıdan iğreniriz. Çünkü kuşaklar boyunca dışkıdan iğrenmeyen, dışkıyla haşir neşir olan bireyler daha çok hastalanmış, ölmüş, onlar daha çok elenmiş, dışkıdan iğrenme kültürü öne çıkmıştır. Tad alma özelliğimiz nadir bulunan yararlı besinleri ötekilerden ayırma işlevi doğrultusunda milyonlarca yılda gelişmiştir. Bebekler güzel yüzlere sıradan yüzlere baktıklarından daha fazla bakarlar. Çünkü güzellik duygusu insan doğasına içkindir. Güzellik tüm toplumlarda ortak öğeler içerir insanda. Ortalama ölçülerdeki yüzler ötekilere göre daha çok beğenilir. Bunun anlamı şudur: Ortalama ölçüler genetik yönden ortalamaya yakınlığı, başka deyişle sağlıklılığı temsil eder. Ortalama dışı özelliklerden aynı nedenle kaçınılır. Bu sağlıksızlık ve genetik yönden zayıflık olarak görülür. Eş seçiminde de, bir insana yakınlaşıp yakınlaşmama seçiminde de insan buna dikkat etmelidir. Dikkat etmediğinde çocuklarını veya kendi sağlığını tehlikeye atabilir. İnsanların bu çağda bile sanatta kitleler halinde ortalama düzeydeki sanat eserlerini daha çok beğenmeleri gerçeği bir de bu açıdan ele alınmalıdır.
Gen yaşamda kalmak ve üreyebilmek için sadece bencilliği üretmez. Evrim fedakarlığı da geliştirmiştir. Fedakarlık iki ana biyolojik süreçten temellenir. İlki genin sürdürülmesi için her bireyin en önce çocuklarına, daha sonra da akrabalarına yardım etmesidir. Biriyle ne kadar genetik yakınlığımız varsa, o, o oranda bizizdir ve onu kendimiz gibi korur ve kayırırız. Genetik akrabalığımız uzaklaştıkça o kadar az kayırırız. Bu gerçek bu çağda bile tüm toplumlara ortak bir özelliktir. Tabii burada güçlü genel eğilimlerden bahsediyoruz. Ayrıksı özellikler de temel özelliklerin yanında elbette bulunur. İşte bu çocuk ve akraba koruyuculuğu bir yandan insan (ve çoğu hayvan) fedakarlığının temeliyken, aynı zamanda ideal eşitlikçi toplum düzeni yaratılamamasının nedenlerinden biridir. İnsanlar yakınımız değilse çoğun onları umursamayız..
Evrimde fedakarlığın gelişiminin ikinci kaynağı karşılıklı yardımlaşmadır. Sürü ya da kabile hayatta kalmak için avını paylaşmak zorundadır. Bugün av yakalayan avını ötekilere verir, başka gün yakalayan aynı şekilde bölüşür. Bazı araştırmalar şunu göstermiştir ki, kaynak ne kadar kısıtlıysa paylaşım o kadar düzenlidir, kaynak bollaştıkça paylaşım düzensizleşir. Sınıflı toplumun ortaya çıkışını bir anlamda kaynak fazlalaşmasıyla açıklayan görüşleri doğrulamaktır bu.
Burada can alıcı soruyu sormanın sırası. En az 150 bin yıldır genetik özellikleri pek fazla değişmeyen insan, 140 bin yıl ilkel komünal toplumda yaşamışsa, son 10 bin yıldaki sınıflı toplum yapısı onun doğasına ne kadar uygundur? Gerçekte hiç uygun değildir. Taş devri insanı kafamızla çoğaldık, şehirleştik, devletleştik, müthiş bir teknoloji yarattık, şimdi işin içinden çıkamıyoruz. Tekrar komünal topluma dönmemiz o yüzden tek çare mi, kolay ve kaçınılmaz mı? Ne yazık ki öyle bir kolaylık da yok. Çünkü en az 140 bin yıl yaşadığımız ilkel komünal toplum aslında kayıp altın çağ falan değil. İnsan o zaman çok daha “mutlu” ve çok daha sağlıklıydı, o kesin. Ama hiyerarşi yine vardı. Güçlü birey güçsüzü canını almaya varıncaya dek ezebiliyordu. Yine de bugünkünden çok daha adaletli ve toplum yararına bir düzendi o düzen. 10 bin yıl öncesinin düzenine dönebilir miyiz? Oraya dönmemiz için kıt kaynaklarla idare eden, ortalama 50-100 kişilik kabilelere geri dönmemiz gerek. Bu da ancak büyük felaketler sonrası gerçekleşebilecek bir şey. Taş devri zekasıyla ideal komünist düzene ulaşabilecek çıkış yollarını ne yazık ki bulamıyoruz, o yolları kendimiz kapatıyoruz.
Yine de fedakarlık, adalet, eşitlik duygularımız zayıf sayılmaz. Fedakarlığın gelişmesinin evrimsel biyolojik ve kültürel (hepsi iç içe ve birbirini destekler şekilde) başka bir düzeneği daha söz konusudur. Fedakarlığı kötüye kullanan, topluma çok az veren ve çok şey alan bireyler de çıkmaktadır. Üstelik bu bireylerin hayatta kalma şansı yükseldiğinden böyle kötü özellikleri geliştirir yönde bir doğal seçilim işler. Dünyada büyük çoğunluğun rahatsız edici biçimde bencil oluşunun kaynağı bu olumsuz seçilimdir. Ama o tür bireyler daha da kalabalıklaştığında kendileri de dahil olmak üzere toplumun yaşama şansı kalmaz. Toplum bu bencil karakterlere karşı tedbirler almak zorundadır. Grup, kurallarına uymayan, sürekli alan, fakat vermeyen bireyleri cezalandırır. Punitive sentiment ve altruistic punishment kavramları… Bencil birey dışlanır, hatta öldürülür kabile yaşamında. Tüm toplumları yaşamda tutan cezalandırma sistemleridir aslında. Cezalandırma aynı zamanda iyi bir öğretici, değiştiricidir. Proletarya diktatörlüğüne de en üst toplumcu cezalandırma sistemi diyebiliriz..
İnsanda fedakarlığın ve bencilliğin bu evrimsel gelişiminin ortasında bir de konformizm özelliği ortaya çıkar. Yaşamda kalabilmek için riskli durumlarda ne geride kal ne ileriye atıl, orta yerde dur… Böyle yapan bireyler doğal seçilimde avantajlıdır ve insanların büyük çoğunluğu o yüzden konformisttir.
Evrimci psikoloji davranış genetikçiliği değildir. Türün genel özelliklerini inceler, bireysel farklılıkların nedenlerini değil. Ama bazı evrimsel psikologlar onun bu yönünü eleştirmektedirler. Öte yandan bireysel farklılıkların nedenlerini de anlamayı hedefleyen araştırmalar evrimci psikologlarca yavaş yavaş önemsenmektedir. Evrimci psikoloji bugünkü haliyle sosyalist cepheden baktığımızda bir burjuva bilimidir hala. Sorunlara sosyalizmin başarısı ya da başarısızlığı veya toplumcu siyaset açısından bakmamaktadır. Artık onu da bizler yapmalıyız. Evrimci psikoloji sonuçta bu burjuva ve fazla derinleşmemiş yapısıyla bile sosyalist düşünceye çok önemli katkılar sağlayabilecek gizilgüçtedir.
DÜŞÜNCENİN YENİ ORTAÇAĞI
Sosyalizm insanlık için artık yaşamsal önemde acil bir zorunluluk haline gelmiştir. Buna karşın sosyalist çıkış için kafa yoran düşünürler azalmaktadır. Var olanlar da ne kadar iyi değerlendirilebilmektedir, buna olumlu bir yanıt vermek mümkün değildir. Bir dost Karatani’den söz etmektedir sıklıkla. Karatani solun üretim temeli üzerinde olduğu kadar tüketim temeli üstünden de örgütlenmesi ve eylemliliğe girmesini önermektedir. Kapitalizmi anlayabilmek ve ona direnebilmek için mübadelenin öneminin anlaşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Komünizmin metafiziğini kurma iddiasında olduğunu söylemektedir. Başka bir dost, örneğin Badiou’dan bahsetmektedir. Onun solu etik temel üstüne oturtma yönündeki kuramsal çabalarını çok değerli görmektedir. Bunlar gerçekten önemlidir ve üstünde tartışılması gereken konulardır. Beklediğimiz özlediğimiz tartışma ise aksine hiç başlamamaktadır. Küçük çıkışlar sığ sularda karaya oturmaktadır.
Öte yandan böylesi düşünürler önemlidirler, ama kafaları fazlasıyla batı merkezli çalışmaktadır. Pek çok “önemli” düşünür nedense ileri kapitalist ülkelerden çıkmaktadır. İleri kapitalist ülkeler halkı ise neredeyse dünyanın en gerici halklarıdır. Bazıları kapitalizm sosyalizm çelişkisini bakış açılarının merkezine almakla haklı görünmektedirler ve benim gibilerin de o yüzden sempatisini kazanmaktadırlar. Ancak yaşanan gerçek şudur ki, dünyada çelişki ve çatışmalar, keza solun gelişimi kapitalizmin çeperlerinde yoğunlaşmaktadır. Emperyalizme karşı ulus tepkisi, ilerici veya ilerici olmayan milliyetçi mücadeleler, İslam coğrafyasında siyasal İslama karşı oluşan cepheler, laisizm ve aydınlanma problemleri batılı sosyalistin gündeminde ya yoktur ya çarpık biçimde vardır.
Bana denilmektedir ki şunu şunu biraz daha oku. Ben daha fazla da okurum da, onlar acaba yukarıda bahsettiklerim üstüne hiç okumakta mıdırlar? Bu kadar herkesi bağlayıcı sorunlar hakkında herhangi bir açıklama getirebilmekte midirler?
Ne Amerikan üniversitelerinde ders veren biriyim, ne de batı sosyalizminin sivrilmiş bir ismi. Kendi ülkemde bile popüler değilim. Ortaya koyduklarımı adam gibi tartışabileceğim bir muhatap arıyorum, yoksa gözüm açık gideceğim. Bu çok temel ve çok önemli bilgilerden sosyalist çıkış için neler üretilebilir, sürekli bunun üstüne kafa yoruyor, lakin bilişim sağanağı altında ortaçağ kadar kısır şu çağda açılım yapabilecek bir ortam yaratamıyorum.
Söz gelimi şöyle şeyler düşünüyorum: İnsan, soyunun devamını çok önemseyen bir canlı. Oysa kapitalizm insan soyunun devamı için büyük engel yaratıyor. Türümüzün önümüzdeki 20-40 yıl içinde büyük felaketler yaşaması çok büyük olasılık. İnsanları acaba bununla korkutup kapitalizmden soğutamaz mıyız? Birçok peygamber o yolla, yani korkutarak büyük toplulukları kazanmayı bilmişler. Benim kişisel deneyimim gerçi tam tersi sonuçlar verdi şimdiye dek. Kaçınılmaz felaketin tek çıkışının sosyalizm olduğunu savunup duruyorum yıllardır, fakat bu sosyalizme özel bir sempati uyandırmıyor, hatta tersi etkiler bile yaratabiliyor. Aynı propagandayı genişleterek ve daha sistematik yapsak? Denenebilir, kim ne kaybeder. Çok mu saçma geliyor. Olabilir, ama isimleri büyük pek çok uluslar arası düşünürün sırça saraylardan yaptıkları önerilerden daha az ayakları yere basan öneriler değildir en azından.
BAŞLICA KAYNAKLAR:
David M. Buss, Evolutionary Psychology, Allyn&Bacon.
Blood Relations, Chris Knight, Yale University Press.
Robert J. Stenberg, Cognitive Psychology, Thomson-Wadsworth.
Leda Cosmides, John Tooby, Evolutionary Psychology: A Primer, Center for Evolutionary Psychology (İnternet kaynağı)
Steven Rose, 21. Yüzyılda Beyin, Evrensel Yay.
Richard Lewontin, Üçlü Sarmal, Tübitak Yay.
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
"...çevresel etkenlerin genetiği nasıl değiştirdiğini kanıtlamaya çalışır bu taife. Yaşamdaki amaçları şu hain ırkçı genetikçilere karşı genetik materyalin önemsizliğini ve çabuk değişebilirliğini kanıtlamaktır adeta."
adı geçen bilim insanlarının ncbi.nlm.nih.gov vb. akademik yayınlarını içeren sitelere girer ve yaptıkları bilimsel çalışmaları incelerseniz olayın bu kadar sığ bir biçimde değerlendirilemeyeceğini anlarsınız.
şöyle ki, genetik veya çevreyi en öne koymak gibi bir uğraş yerine, ilişkilerini ve herbirini tek başlarına incelemektir yapılan.
diğer taraftan dawkins'in vücutlarımızı "genleri kuşaktan kuşağa aktaran bir makine" gibi aldığı saçmalık, sizin ilkel dediğiniz yaklaşımın açık örneğidir!
yoksa, DNA'nın %2'si "junk" diye geçer, bu bir.
ikincisi de, gen olarak aldığınız fakat bir tanesinden 100'lerce protein sentezlenen dizilimlerin içinden sadece küçük bir kısmı, sabit-çevreden etkilenmez sayılabilir: beta actin, GAPDH gibi. ki bunlarında bilimsel ismi "house keeping genes"dir.
bunun dışında hücre, dışarısı ile, çevresi ile mükemmel bir duyarlılık ilişkisi içindedir! "signal transduction" adı verilen yolaklar ile, bu house keeping denilenler dışındaki genlerin ifadelenip, ifadelenmemesi, ya da ne kadar ifadeleneceği çok sıkı bir kontrolle belirlenmektedir. yani genlerin çalışıp çalışmayacağını, en ilgisiz görülebilecek elementlerden sayabileceğiniz Bor bile, ve hem de mikromolar (!) düzeyinde de olsa belirler!.. hücre bu miktarı algılar, ona göre yolaktaki birçok proteini etkileştirir ve en sonunda da ilgili gen işlev kazanır ki bu işlev de kendisinden mRNA sentezlenmesi ile biter!
bunların yanında da, genlerin (DNA) mi yoksa RNA'ların mı evrimsel olarak önde olduğu sorunu, daha hala çok önemli bir tartışmadır ki bu dawkins'in ve benzerlerinin ifadelerini, bunu göstererek bile ters yüz edebiliriz!
ki zaten bugün, micro RNA, siRNA, epigenetik vb. daha çok yeni (micro RNA'lar "hot topic"tir- önemi ancak 7-8 yıl öncesinde ortaya çıkmaya başlayan!)
bir devrimin eşiğinde moleküler genetik ve biyokimya bilimi! ve tüm bun yeni bilgiler, DNA'ya ait olan kalıtım kavramının yanına, bu kavramları/terimleri de eklemeye başlamakta. yani DNA, bütünün çok önemli bir parçasıdır, fakat merkezi değil!
dawkin tayfasının o kibirli ifadeleri, başlı başına insanın, bilimin, bilimsel bilginin, evrimin sürekliliğine karşı çok zayıf kalmakta günümüzde. insan merkezci düşünce asıl budur: bilimin derinliği ve geleceğini unutup şu anın bilgisini tepeye, dogma gibi çıkarmak; insanı diğer canlılardan apayrı alıp, biyolojiyi ve kendi toplumsal kuramlarını biraraya getirmeye çalışmak.
(ek olarak belirteyim, bu alandaki ifadeleri sığ olsa da, o adamlarında genetik üzerine bilimsel makalelerini okuyarak çok şey öğrenebilirsiniz!)
eğer genetik alanında,
laboratuvarlarda çalışsaydınız, bugün görürdünüz ki, "genetik" olarak geçen bölümler bile genleri sadece araç olarak kullanmaktalar. hatta protein seviyesi ile ilgili veriler ortaya koymaz da genlerle işi bırakırsanız, büyük bilimsel dergilerden, yaptığınız çalışmalar geri döner, ek deney talebi ile.
siz daha iyi bilirsiniz, lenin bile yıllar öncesinde bu sosyobiyoloji vb. hareketler daha ortada saydığınız isimlerin adları yokken gereken felsefi/kuramsal cevabı vermiştir!
bilimsel bilgiler, okunur, ve sonra da tartışılır (!), tek başına sosyobiyoloji diyenler ya da, bu "disiplinin" içinden işe yarar bilgi çıkmaz diyenler, ancak, bir tarafın mümini olup, derin bilgi hazinesinden istediğini almak zevkinden mahrum kalırlar!
Yorum Gönder