Geçen yıldan tecrübeli iki arkadaşımı yanıma alarak gittim 1 Mayıs’a. Mecidiyeköy’den Şişli’ye dek kenarlarda dikilen, oturan, yürüyen anlamsızca veya anlam dolu bir şeyleri bekleyen yüzlerce insana ve kalabalık polis öbeklerine rastladık. Saat dokuzda Şişli’ye vardığımızda içine düştüğümüz ilk taşlaşma ve kargaşayla bir sokağa saptık. Sarı minibüsler bekliyordu o köşede ve kahya bağırıyordu: “Sahilden Bostancı!” “Bu hayatımızın teklifi olabilir, değerlendirmek gerek” dedim arkadaşlara. Sürücü gülerek görüşüme destek verdi. Fakat minibüse değil sokağa girdik. Sonrasında ilk kavşak noktasından caddeye çıkmayı denedik. Polis engelledi. “Eyvah” dediler arkadaşlar, “geçen seneki kabus başladı.” Evet kötü bir rüya gibiydi. Altı yerden caddeye çıkmayı denedik. Ya polis barikatına takıldık ya da barikata hiç yanaşamadık. Tatbikata çıkmış bazı grupların polise “müdahalesine” tanıklık ettik, taşlardan kaçtık, biraz gaz soluduk. Harbiye’ye dek bir buçuk saatlik bir keşmekeş. “Bereket geçen yılki gibi kovalamıyor polisler” dediler arkadaşlar. Kovalamacalar asıl daha sonra yaşanmış.
1 Mayıs’a katılışım zenginin fıkrasındaki gibi. Trilyonere bir konferansta sormuşlar: “Nasıl zengin oldunuz?” Adam da anlatmış: “Gençliğimde fakirdim. Bir gün yolda yürüyorum, ayaklarıma doğru bir elma yuvarlandı. Silip yiyebilirdim, ama yemedim. Köşe başında sattım onu, parasıyla iki elma aldım. Onları silip parlattım, sattım. Parasıyla dört elma aldım. Onları parlattım…” Trilyoner böylece hikayesini uzattıkça uzatmış, dinleyenler sıkılmaya başlamış. Dayanamayıp sormuşlar. “Bu şekilde sermayenizi büyüttükçe büyüttünüz ve şimdiki halinize ulaştınız, öyle mi?” “Hayır” demiş zengin, “Ertesi yıl dedemden çok yüklü bir miras kaldı, birkaç fabrika satın aldım.”
Biz de işte öyle debelenirken arkadaşları telefonla arıyoruz, kimi kortejde, kimi dışarıda, ama hiçbiri nasıl girileceğini bilmiyor. En son Efe Duyan’ı aradım. PEN başkanıyla birlikteymiş. Beş dakika sonra sevgili Tarık Günersel bir barikatın arkasından bizi aldı. 1 Mayıs’a torpille gireceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Artık sadofazoşist iktidarın kabul ettiği makul sayıdaki düşmanlar arasındaydık. Ama aklım dışarıdaki makul olmayan pisliklerde kalmıştı. O yüzden on dakika ağzımı bıçak açmadı. Sonra havaya girdik ve korteje katıldık. Hiçbir medya kuruluşu şunu belirtmediği için çiğlik edip yazmak zorundayım: Büyük çoğunluğu sabahın köründen beri Şişli’de bekleyen bu makul sayıdaki iktidar düşmanları içindeki en kalabalık ve en disiplinli güç şüphesiz bariz şekilde TKP’ydi. Yürüyüş pek de iç açıcı sayılmayacak koşullarda ama giderek artan coşkuyla devam etti. Caddeye çıkan her sokak başında dışarıdaki gayrimakulların içeri katılma teşebbüsleriyle kargaşa yaşandı. Onları desteklemeye çalıştık elden geldiğince ve yine gaz yedik. Sevindirici olan şu ki, üç yerde barikat delindi ve dışarıdaki devrimciler ve birçok TKP’li aramıza katılmayı başarabildi.
Taksim’e üç yüz metre kala aynı nedenle uzun bir bekleyiş yaşadık. 1977’de de tümüyle makullük dışı grupların oluşturduğu bir yığınla ilerlerken Taksim’e birkaç yüz metre kala bir cayırtı kopmuş ve alana girememiştik. O zamandan kortej arkadaşım Asaf Güven Aksel’e dedim ki, “Bu laneti üstümüzden atamayacağız galiba. Gel ikimiz ayrılalım buradan ki, şu insanlar girebilsin!” Onun hikayesiyse başkaydı, az önce ayaklarının önüne yuvarlanan bir gösterici misketiyle ilgiliydi, cumartesi günkü yazısında bahsettiği rastlantıyı anlatıyordu. Ve Taksim’e girdik...
Beklemiyordum o kadarını, çok duygusal anlardı. Yaşamımda ilk kez Taksim’e 1 Mayıs’ta girdim. 18 yaşında giremediğim zamandaki kadar sevdiğim ve onca deneyime ve yaşa rağmen geçmişte içinde yer aldığım grup kadar güvendiğim bir partiyle. Hala giremeyenlerin uzaktan bize ulaştırdıkları sevinç çığlıkları, devrim şehitlerini anan orta yaş kuşağının bağırışları, anıtı ele geçirenler, anı fotoğrafı çektirenler, halay çekenler…
Evet, Taksim’de ilk kez 1 Mayıs mitingi yaptık arkadaşlar. Bu işte birkaç yıldır emeği geçen, gözünü karartan, dayak yiyen, gazla hırpalanan, içeri girebilen ve giremeyen herkes binlerce kutlamayı hak ediyor. Bu bir kazanımdır ve meramımıza erdik.
Artık 1 Mayıs’ın TKP yönetiminin de defalarca dile getirdiği öteki gerçeğini görebiliriz dostlar. Gelecek yıllarda en az elli altmış bin kişiyle yasal veya meşru şekilde sadofazoşist iktidarın direnci kırılamayacaksa 1 Mayıs inatlaşması terk edilmelidir. Sosyalist kitle gücü her yıl her gün düşüyor arkadaşlar. 1 Mayıs’a işçi katılımı azalıyor. Bu eğilimi tersine çevirecek niyet, akıl ve iradeyi KESK’ten, DİSK’ten bekleyemeyiz. Onlar temsili sosyalizmle tatmin olabilirler, ama giderek küçülen bir sürünün azar azar büyüyen bir parçası olmak bizim için ciddi tehlikelidir. 1 Mayıs’a gelebilecek, gelmek isteyen on binlerce insan gelmedi. Haklılar bir yerde. İktidar sol seçkinleri çağırıyor alana, sosyalistler de militanlarını. Kendini seçkin veya militan görmeyenler neden gelsinler.
TKP yönetimi bu karmaşadan alnının akıyla çıktı. 1 Mayıs krizini iyi yönetti. Son seçimlerde de bir karmaşa yaşanmıştı. Bu karmaşada TKP’nin tavrı olumluydu, özellikle geleceğe yatırım anlamında. Ama işi son dakika gollerine bırakma alışkanlığı yerleşmemeli diye düşünüyorum. Olguların karmaşıklığından ötürü belki haklı olarak artarda sıralanan doğruların birbiriyle çelişkisi söylemlerimizin anlaşılabilirliğini azaltıyor. Büyüme hızını düşürüyor. Artık daha sade, daha net olmaya ihtiyacımız var.
Başka bir sorun da takvim fetişizmi. Buna 1 Mayıs da dahildir. Geçmişte yapılan başarılı eylemleri fetişleştirmeyi bırakalım. Daha iyi bir şeyler yapalım ki, gelecek kuşaklar bizim yaptıklarımızı fetişleştirme riskine girsinler. Yerinde saydıran, gerileten, pek de başarılı sayılamayacak olan geçmişe özlem yaratan eskimiş sol bakışları terk etmeliyiz.
Yaşadığımız 1 Mayıs kazanımı önemlidir. Ama TKP’nin bir yıl içinde herhangi bir zamanda herhangi bir alanda çoğunu emekçilerin oluşturduğu otuz beş-kırk bin kişiyle yapacağı bir miting bu 1 Mayıs’tan daha değerli olacaktır. Öteki sosyalist gruplar, sendikalarla birlikte bu sayı yüz bini aşarsa bu daha da değerli olacaktır. Kafa sayıları da fetişleştirmeye gelmez. Ancak rakamlar dosttur, akla yol gösterir.
7 Mayıs 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder