25 Ekim 2009 Pazar

12 EYLÜL'Ü YAPANLARLA AÇILIMI YAPANLAR AYNI

Gerici politikalar halkın aptal ve karaktersiz olduğunu varsayar, ilerici politikalarsa akıllı ve erdemli… İlerici politika gütmenin zorluğu tam da buradadır. Unutkanlık ve günlük çıkar peşinde koşmak yaygın bir özelliktir.

Geçen hafta Çetin Altan’ın 12 Eylül darbesini nasıl açık açık desteklediğinin belgelerini sundum. Bugünün demokrasi havarileri Ahmet ve Mehmet kardeşler, babalarının darbeciliğini kullanarak bir yerlere geldiler. O dönem darbeye tavır almadılar. Aksine Ahmet Altan devrimcilere küfreden romanlar yazarak devletin, oligarşinin gözüne girdi.

Yandaş basından Refik Erduran’a değinelim bu hafta. Şimdi darbe karşıtı keskin bir demokrat. Ama o da 12 Eylül sonrası darbeyi desteklemiş, devrimcilere hakaretler yağdırmıştı. Sadece birkaç örnek:

“Sınırlarımızın içinde de askerler, yıllar yılı iç barış çağrıları yaparken, güvercinden kargaya kadar yüz çeşit kuş, her gün kartal rolüne çıkıp çevreyi kana bulamadı mı?” 4.11.1980 (Milliyet) “…toplumumuzu tatlı-sert bir yaklaşımla disipline sokma çabalarında bugünkü yöneticilerimize esen kaynağı olması dileğiyle...” 8.11.1980 “Bir yerde her gün yirmi-otuz kişi öldürülüyor. Zorbalık devletin kapısını zorluyorsa, gidişin durdurulmasıyla bir şeylerin kurtarılmış olacağı açıktır. Çünkü kapıya dayanmış çöküntü ve bölünme tehlikeleri uzaklaştırılıyor demektir.” 2.11.1980

İlk cümleye dikkat edin: Darbenin gerekçesi “KANI DURDURMAK”tı. Darbecilerin genel sloganıydı bu. Şimdiki de aynı değil mi? O gün darbeyi yapan ABD-AB ve işbirlikçileri şimdi de sivil darbe yapmıyorlar mı! Açılımın temel gerekçesi bu değil mi?

Bugünün “asker karşıtı!” Nazlı Ilıcak’ın darbeyi nasıl desteklediği Ece Temelkuran’la polemiğinde kamuoyuna yansımıştı geçmişte. Bugünün dinci-liberal iktidar yandaşlarının büyük çoğunluğu 12 Mart ve 12 Eylül’ü destekledi.

İyi iş: Önce ülkeyi kana bulayacaksın, sonra kanı durdurmak için proje sunacaksın. Yazarlar, okumuşlar da arkanda saf tutacak. Kim isteyebilir ki ölümleri!

Melih Aşık

Sevgili Melih Aşık da benim gibi TTB’nin kendini siyasi parti yerine koyan tutumuna tepki duyanlardan. AKP’nin sağlık politikalarına karşı tavrıysa TTB’nin en olumlu yanı. Geçen hafta TTB İstanbul’da miting yaptı. Bana göre hekim katılımı yönünden başarısız bir mitingdi. Yine de on bin kadar insan toplandı Kadıköy alanına. On bin kişi az sayı değil. Büyük medyada neredeyse hiç yer bulamadı miting haberi. Alışılmış tavır. Ender bahsedenlerden biri gene Melih Aşık.

Yorumunda bir de öneride bulunmuş medya ilgisizliğiyle ilgili olarak. Tabip Odası medyaya biraz daha çalışsa ilgi artardı demiş. Acaba öyle mi?

Öyle düşünemiyorum yazık ki. On bin değil, iki yüz kişiyle “açılım” veya Ermeni meselesinde bir toplantı yapılsaydı, büyük medyada çok daha fazla yer bulurdu. Neden?

Çünkü AKP’nin sağlıkta dönüşüm programı azgın piyasacı bir program, ABD-AB böyle bir programa karşıtlığı desteklemez. Ama öteki programlar tam da ABD-AB gündemi. Onları desteklerler.

Medya reklamlarla yaşayan bir kurum. Ne kadar sermaye, emperyalizm ve hükümet yanlısıysanız o kadar reklam alırsınız. Bu bakımdan büyük medya her bir doğruya karşı beş yalan söyler, söylemek zorundadır.

Melih Aşık gibiler istisnadır. Yorumcuların büyük çoğunluğu güce, paraya, rüzgara döner; işin kötüsü okur çoğunluğu da aynı karakteri taşıdığından fırıldakların fırıldaklığı göze batmaz. Yeterince para verin, bugünün iktidar yandaşlarının büyük çoğunluğuna “Leninizmin faziletlerini” anlattırabilirsiniz.

Açılım yalan fırtınasına dönüştü. Tablo son derece açık. ABD emirler veriyor, işbirlikçi güçler büyük projede kendi konumlarını güçlendirecek, rakipleri zayıflatacak yönde taktikler güdüyor. Yarış işbirlikçilik yarışı. Öne geçmeler, geride kalmalar, rüzgar kesmeler, arkadaşı için rakibi yormalar, dirsek atmalarla bir beş bin metre yarışı düşünün. Tablo gayet doğal. Ama bazı sosyalistlerin, aydınların, birincilikte hiçbir şansları bulunmadığı basit bir katılım belgesi için öndeki grubun ardından seyirtmeleri üzücü.

Sahi niye azaldı “asker vesayeti”, “MGK sultası” lafları. Sermaye yazarı için ordu, “büyük resme” uyum gösterdikçe hiçbir sorun yoktur. O zaman gerekirse darbe de yapabilir.

“Kanı durdurmak için olağanüstü yollara başvurulabilir.” Bildik darbeci slogan. “Ne olmuş ABD projesiyse, iyi bir şeyse neden karşı çıkalım?” Ya da “tecavüz kaçınılmazsa biraz demokrasi almaya bak!” O da darbeci aydınların beylik repliği. Katille doktor 12 Eylül’de aynı adamdı. Şimdi de aynı şahsın marifetlerini izliyoruz. Daha kaç kere ezilmemiz gerekiyor bunu anlatabilmemiz için?

(23.10.2009 tarihli sol.org.tr yazım)


Site Meter

16 Ekim 2009 Cuma

DEVRE GÖRE DARBE

DEĞERLİ DOSTLAR,
Haber.Sol.Org.Tr adresli sitede (Sol Günlük İnternet Gazetesi) 16.10.2009 tarihinde her devrin adamları Baba ve Oğul Altanlar hakkında çıkan yazımın ilk paragraflarını aşağıda yayımlıyorum. Devamı için ilgili siteye girilebilir. Sağ yanda kitapların altında Sol'un internet bağlantısı da bulunmakta. Oraya da tıklayabilirsiniz.

ALTAN KARDEŞLERİN KORKUNÇ TRAJEDİSİ

Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerden bazıları ölesiye nefret eder, bazıları da delicesine sever ikisini. Ne kadar kolay severiz insanları ve ne kadar kolay düşman kesiliriz. Peki, kin duyduğumuz şahsiyetlerin geçmişlerini, onları bugünkü hallerine getiren trajedileri kaçımız bilir, merak ederiz?

Ahmet Altan, darbenin fısıltısıyla, şakasıyla bile cinleri tepesine çıkan bir demokrasi aşığı. Mehmet’se 2. cumhuriyet akımının fikir babalarından. İkisi de modernizme karşı. İkisi de dinsel özgürlükten yana. İkisi de Kemalizmin hor gördüğü muhafazakar tabakaların sözcüsü. İkisi de öncü savaşçı, uzlaşmaz ve keskin...

İşte bu keskinliğin ardında klasik trajedinin başat meselesi yatıyor: Baba’ya karşı isyan!

Nasıl isyan etmesinler?

Çetin Altan ünlü bir aydın. 1980 darbesi öncesinde, sonrasında Milliyet’in en önemli yazarıydı. Gazetenin bugünkü liberal çizgisine bakmayın, ne devranlar döndükçe ulaştı o “özgürlükçü” noktaya. Milliyet gazetesi darbeyi destekledi. Hem de ne destek! Mamak’taki disiplini göklere çıkaran yazı dizileri mi istersiniz; sol aydınlar, örgütler hakkında paparazzilerinkileri yaya bırakacak uydurma haberler mi? Darbenin gerekliliğini öne çıkaran yorumlar mı, komutanlık demeçlerini yetersiz gören manşetler mi? (İlginç bir rastlantıdır ki, Mamak yazı dizisinde, “islah” edilen suçlular arasında şimdiki “darbeci” Doğu Perinçek ve bugünkü Milliyet yazarı Taha Akyol’un birlikte fotoğrafları geçer.)*


Site Meter

9 Ekim 2009 Cuma

AÇILIM

Değerli Dostlar,
Aşağıda 9 Ekim 2009'da Sol Haber Portalı'nda yayımlanan yazım yer alıyor.

AKP BİLMİYOR

Fıkrayı duymuşsunuzdur. Adam kendini darı sanmakta ve bu yüzden nerede tavuk görse kaçmaktadır. Hastanedeki tedavisi uzun sürer ve taburculuğuna karar verecek heyetin önüne çıkar sonunda. Sorarlar: Kendini darı gibi hissetmiyorsun değil mi, iyileştin şimdi? Tamamen iyileştim, der adam; gönül rahatlığıyla gönderebilirsiniz beni. Güzel, derler hekimler, çıkabilirsin. Bizim hasta tam ayrılırken döner ve sorar: Fakat bir şeyden endişeliyim hala, ben darı olmadığımı biliyorum da, tavuklar biliyorlar mı acaba?

DİSK, KESK, TTB “açılımı” destekliyor. Her fırsatta AKP’ye ne kadar “demokrat” olduklarını göstermeye çabalıyorlar. Kendi demokratlıklarından eminler, ama sorun şu ki, AKP bunu bilmiyor. O yüzden arada bir gagalanmaktan kurtulamıyorlar.

Üretim eksenli mücadele konusu. Bizim kanatta bu iş biraz abartılıyor ve çoğun yanlış ele alınıyor kanımca. Belki ileriki tarihlerde o konuyu tartışabiliriz. Bence de üretim eksenini esas almak doğru tutum. Fakat yapılacak devrimle büyük üretim araçlarını özel mülkiyetten kurtarmak ana hedefi anlamında doğru. Kapitalizmin özünün o mülkiyet ilişkisinde yatması ve amacın bunu değiştirmek olması anlamında. Yoksa devrimci siyaset başattır ve bu siyaset fabrikada, mahallede, tüketimde, üretimde, sendikada nerede yoğunlaşırsa orada sürdürülür.

Başka deyişle, KESK’le, DİSK’le çalışmak esastır, anlamında bir sonuç çıkarılırsa üretim ekseninin başatlığı fikrinden, bunun iler tutar bir yanı yoktur bana göre. Söz konusu yönelim ekonomist bir yönelim olmakla kalmaz, sık sık görüldüğü gibi gerici siyasetlere koltuk çıkmak anlamına da gelir.

88 Aydın

Kadrolu 200 aydınla sık sık dalga geçerdim. Siyasi mücadeleyi iki üç ayda bir yayımladıkları imza listeleriyle emperyalist politikalara açılım sağlayacak gündemlere yönelten AB ve ABD destekli bu sözde sol, sözde aydınlar, tam da yöntemleri ve amaçları doğrultusunda sol siyasete karşı bir tiksinti yaratmışlardı başarıyla.

Benzer bir duruma şu “açılım” vasıtasıyla ben de düştüm. Hem imza verdim, hem toplamaya çalıştım. Aradaki farkı belirtip kendimi savunacak değilim, gören görür. Şu kadarını söyleyeyim, bu çalışma iki aylık bir çalışma, çok sayıda bire bir görüşmeye ve toplantılara, defalarca fikir sormaya dayanıyor.

O vesileyle bir şeyi daha anladık ki, bu ülkede en zor şey yine komünist-sosyalist olmak, öyle görünmek. Metni okuttuklarımızın yaklaşık yarısı liberal ve veya milliyetçi egemen propagandanın etkisiyle onda yanlış ve eksik bir şeyler bulmakta büyük maharet gösterdiler. Yarısı da metne tamamen katıldıkları halde, TKP’ye yakın görünmekten değişik nedenlerle çekindiler.

Şimdi söyleyeceğim daha önemli: Evet, liberal propaganda etkili, ama onun korku boyutu, onun iktidar boyutu çok daha etkili. Konu sanat, edebiyat, bilim, sendika alanı olunca; konu medya ve aydınlar konusu olunca, ortak liberal-dinci terör ortamı hiç beklemediğimiz insanları bile apaçık ürkütüyor. Kolay değil; liberal ve iktidar uzlaşmacısı değilseniz, size ne medyada, ne edebiyatta, ne sendikalarda gelecek var.

“Ya sev ya terk et!” Liberalizmin son yıllardaki sloganı bu.

88 aydının ve sonraki imzacıların işlevi büyük. İdeolojik alandaki liberal-dinci iktidar terörünü bu aydınlarla püskürteceğiz.


Site Meter